İlk köşe yazımı ne zaman yazarım nasıl yazarım heyecanı sarmışken başıma gelen bir olay neticesinde 8 Mart 2018 tarihinde yazmaya karar verdim.
Bütün kadınlar eril zihniyetlerin etkisi altında kalarak psikolojik ya da fiziksel olarak şiddete maruz kalmakta. Bu maruz kalınan şiddet sonucunda kadın kimliği baskı altında tutularak sindirilmiş, ses çıkarmayan kişi durumuna dönüştürülmektedir. Ses çıkardıklarında ise belirli yaptırımlarla karşılaşırlar.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü bir kutlama günü değil farkındalık ve kadın-erkek eşitliğini gündemde tutmanın günüdür. Bu minvalde baktığımızda geçen hafta bir erkeğin bir kadına en küçük sorgulama sonucunda tehdit etme mekanizmasını nasıl ve ne şekilde yansıttığını anlatmak istiyorum. Şiddet gören tarafta da ben varım.
Olay şöyle gelişti: CarrefourSA marketinde alışveriş yaptıktan sonra kasada X-Ray cihazından geçtiğimde gelen ses üzerine güvenlik çağrıldı. Gelen ve üzerinde Fenerbahçe takımına ait sewatshirt bulunan güvenlik (!) sorumlusu çantama bakmak istediğini söyledi. Çantamı açtığımda üniversite kütüphanesinden aldığım kitabı gören güvenlik görevlisi kitabın arka sayfasındaki barkodu bana sormadan yırttı. Ben ne yapıyorsun üniversitenin kitabı senin yüzünden sorun yaşayacağım dediğimde ''kes ulan senin ağzını burnunu kırarım'' diye tehdit edildim.
Yapılan tehditten sonra polisi aradım. Polisin geleceğini söylediğimde güvenlik, üstündeki takıma ait sweatshirti çıkararak gömlek giydi. CarrefourSA müdürleri yaşanan talihsiz olay neticesinde benden özür dilemediler. Güvenlik görevlisinden şikayetçi oldum. Kadına yönelik şiddetin her alanda karşımıza çıktığının bir örneği olan bu olayda yasal haklarımı arayacağımı ve davanın takipçisi olacağımı buradan da belirtmek isterim. Ayrıca CarrefourSA'ya da şikayetimi ilettim ama maalesef şu ana kadar herhangi bir geri dönüş yapılmadı.
Peki bu neydi? Bu tavrın alt metni neydi? Bir erkek tarafından bir kadının dayakla tehdit edilmesi nasıl bir psikolojik ve toplumsal kodları barındırabilirdi? Bizler kadın erkek eşitliğini savunurken, kadının her alanda (ekonomi, eğitim, siyaset vb. alanlarda) kendi öz kimliği ile yer bulması gerektiği tartışmaları sürerken; aslında bütün kadınlar olarak erkek şiddetiyle karşı karşıya kalırız. Bir sevgili, eş, arkadaş ya da hiç tanımadığımız erkekler tarafından sözlü ve yazılı şekillerde şiddet görürüz. Bu eril zihniyetin cesaret alması ağır yaptırımların olmaması, yapılan indirim ve aflar onların iktidar duygularını giderek yükseğe çıkarır. Medya organlarında kadının pasif, üretmeyen, kaderine boyun eğen olarak gösterilmesi kadının öz benliğini sekteye uğratır.
Kadın cinayetlerini durduracağız platformunun verilerine göre 2017 yılında 409 kadın erkekler tarafından öldürülmüş, 332 kadına ise; cinsel şiddet uygulanmıştır.
Peki ne yapmalı? Bu ikircikli durumdan nasıl kurtulmalıyız? Özellikle medyanın 4. güç olarak kutsal görevi; kamuoyunu bilgilendirmesi, izleyici ve okuyuculara bilinçli bir şekilde içeriklerini oluşturup bunları da belirli süzgeçlerden geçirerek sunmasıdır.. Kadına şiddeti normalleştiren kadının pasif bir şekilde yansıtıldığı dizi,reklam, filmler belirli filtrelerden geçirilerek sunulmalıdır. Son olarak da 8 Mart Dünya Emekçi kadınlar gününün farkındalığını ve bilincini hatırlatarak Mehmet Aslantuğ’un bir programda söylemiş olduğu sözlerle bitirmek istiyorum.
“Kadın evinde üretimden çekilip bütün istikbalini bir adamın vicdanına, aşkına, samimiyetine, günün sonunda bir gün aklının karışmasına yanılgılarına bırakmamalıdır”