Geçtiğimiz günlerde ilk defa bir senfoni orkestrası dinlemeye gittim. Teklif uzun yıllardır bloggerlık yapan bu alanın Türkiye'deki ilk ve en iyilerinden Evren Soyuçok'tan (evrengunlugu.net) geldi. Kendisi sağ olsun aradı ve Bilkent Senfoni Orkestrası konseri için elinde fazladan bir bilet bulunduğunu ve birlikte konsere gidebileceğimizi söyledi. Aradığında saat öğlen 2 civarıydı ve konser akşam 8’deydi.
Yapı olarak ani gelişen olaylara karşı hemen tepki gösterebiliyor ve gözüne ışık tutulan tavşanlar misali yerimde donup kalamıyorum. Yeni bir şeye adapte olmak benim ruhumda var sanki. Tamam, saat 2’te konseri öğrenip Küçükçekmece’den akşam 6 gibi çıkıp akşam 8’de Levent’te olmak bu ani reflexlere uyum sağlamam için basit ve büyütülmeyecek bir örnek; ama ben kafaya koyarsam akşam 6 gibi evden çıkıp saat 8.30’da Haydarpaşa’dan trene binen ve gece 12 civarı Eskişehir’e gidip arkadaşını ziyaret ediverip hemen o gecenin sabahında trene atlayıp İstanbul’a gelen ve oradan üniversiteye uğrayıp sınava girip akşamında Taksim’de eğlenmeye giden ve en son gece 1 gibi eve gelen bir kafaya sahibim. Bu biraz yeterli bir örnek olabilir sanırım. :)
Neyse konumuza dönelim Evren abi aradığında saniyeler içinde ‘’hakkaten yaa ben neden bugüne kadar hiç gitmemiştim bu tür bir konsere o kadar videolarını gördüğümde hayranlık duymama rağmen’’ diye düşündüm. Cevabı muhtemelen biletlerinin pahalı olmasıdır. Ve ben bu konsere bu kadar para vermem ‘’millet aç aç’’ türü tipik fakir ama mantıklı (gurur sözcüğü yan sekmede) felsefesi.
Öhüü öhüü devam edelim. Atladık gittik metrobüs metro yolculuğu derken İş Sanat’ın devasa kulesi önünde buldum kendimi ve sıraya giren insanların ne kadar da şık olduklarını görünce ‘’İşte hep merak ettiğim ve kendimi ait hissettiğim senfoni seyircisi’’ demedim tabi. Hatta selam naber uzaylılar beni de aranıza alır mısınız diyecektim ki Evren Abi merdivenlerde beni karşıladı ve gayet şık ve güzel dizayn edilmiş İş Sanat’ın sahnesinde –ön taraflarda- kendimle Evren Abi’yi sanatın evrenselliği ve sanat sanat için mi toplum için mi tartışması yerine, sitenin tıkları nasıl para kazanmaya başladın mı muhabbetine girerken buldum.
Birazdan konser başladı ve hepsi bir birinden şık müzisyenler teşrif ettiler pek de güzel bir kareografi sergileyip hayran bakışlarım arasında şef Burak Tüzün’ün öncülüğünde ve hem kendisi hem sesi güzel sopranomuz Angela Ahıskal’ın performansıyla bizleri büyüledi.
Sonradan (3. bölümde) çellist Serdar Rasul’un da konsere dâhil olmasıyla 4 bölümden oluşan Çanakkale Zaferinin 100. yılı anısına besteci ve keman sanatçısı Can Atilla’nın hazırlamış olduğu 57. Alay- Gelibolu isimli senfoniyi keyifle ve yer yer savaş anını, o lirizmi içimde hissederek dinledim. Senfoni Çanakkale Savaşı’nda büyük kahramanlıklar sergileyen 57. Alay anısına bestelenmiş ve 3. ile 4. bölümleri de Anzak askerine ithaf edilmiş. Ağıtsal, melankolik ve melodik tasviri ile hüznü, ıstırapı yansıtan eser savaş karşısında inanın çaresizliğini ve masumiyetini yansıtıyor.
Sanatçılar senfoniyi icra ederken tüylerim diken diken oldu ve güzel sopranomuz Angela Ahıskal’ın beni ve Evren abiyi büyülediğini konser sonrası mini değerlendirmemizde paylaştık. O ne sesti bee Angela!
Günün sonunda Evren abiye bu nazik daveti için teşekkür edip ayrılırken bir daha senfoniye geleceğimi biliyor ve sonraki gelişimde bu sefer kapıda bekleyen sanatseverlere içimden değil de bu sefer bizzat yüksek sesle ''hey hatırladınız mı geçen birlikteydik artık ben de halayı bıraktım sizin aranıza katıldım'' deyip hemen ardından halayda 3 adım oyununu senfoniye nasıl harmanlayabileceğimizi konuşmaya çalışırım.
Tamam tamam sustum vurmayın. Buraya kadar gelip okuduysanız eğer öpüldünüz paiss…